Tuesday, September 06, 2011

ÇAĞDAŞ SANAT KOLEKSİYONU MODASI

Geçen ay Venedikte, Pinault’un Venedik Gümrük Binası’nda kurduğu çağdaş sanat müzesinde 2010 Haziran’ında ölen Sigmar Polke’nin bir dizi son dönem resmini gördüm. Polke 1960’lardan günümüze resmin anlam ve etkisini yeniden tanımlamış bir ressamdı. Resimleri bulunmuş bütün resim tekniklerini ve ikonografisini içeriyordu, hem soyut, hem siyah-beyaz, hem renk hem de figür ustasıydı; kimse onun resimlerini “sınıflayamadı”. Bir ressamın 50 yıl boyunca, siyasal, ekonomik, toplumsal değişimleri yaşayarak sürekli kendini yenileyen ve bayatlamayan eleştirel bir resim yapması olağan değil, kuşkusuz.
Türkiye’de çağdaş sanat koleksiyonculuğu ve koleksiyon müzeciliği “moda” olmaya başlarken, koleksiyoncuların, İngiliz Christie’s müzayede evinin de sahibi olan Pinault koleksiyonunu görmelerini öneririm.
Dünyada genelde iki tür koleksiyonculuk vardır: Geçmişe dönük, geleceğe dönük. Birincisi kolaydır ve güvenlidir; ikincisi ise zor ve risklidir.
Türkiye koleksiyoncuları şimdiye kadar geçmişe dönük koleksiyonlara önem vermiştir. Müzayedeler ve iyi bir para döndürme aracı olarak açılan resim satış dükkânları –lütfen bunlara galeri demeyelim, çünkü galerilerin işlevi çok başka – bu geçmişe dönük koleksiyonları satışa sunuyor ve son 30-40 yılın resimleri elden ele geziyor! Aslında riskli bir iş koleksiyoncu açısından. Çağdaş sanatın kurumsal yapısı zayıf olduğu için bu resimler bir değerlendirme süzgecinden geçmiş değil! Modernizmin ilk yarısındaki resimden geriye kaç kişi kaldığı hesaplanırsa, bu riskin ne olduğu anlaşılır. Şimdilik, kısa vadeli kârlar için bu resimler alınıp satılıyor; buna koleksiyonculuk değil, resim tüccarlığı denir. Ancak tüccarların da işbilir olduğu varsayılır!
Geçmişe yönelik koleksiyonculuğun başka büyük bir karadeliği var: 1980’lerden günümüze üretilen resim dışı yapıtlar (kavram sanatı, fotoğraf yapıtlar, yerleştirmeler, videolar) henüz sahiplerinde duruyor. 2000’li yıllarda – yine içeriği ve sunum biçimi tartışılması gereken – bir kaç sergide bu tür yapıtları geniş izleyici kitlesi görebildi, ancak bu tür yapıtlar gerektiği gibi satın alınmadı. Yerel koleksiyoncunun vizyonu bu yapıtlara kapalı!
Geleceğe yönelik koleksiyon açısından da derin bir yoksulluk söz konusu. Bu yoksulluğu gidermenin zamanı geldi de geçiyor. Bunun için iyi bir momentum yaşandığı söylenebilir. Bir yandan çok resim üretiliyor - içeriği, biçimi ve estetiği enikonu tartışılması gereken resim - bir yandan da söz konusu geçmişe yönelik resim de gittikçe eleniyor ve ressam listesi küçülüyor. Kısacası yakın zamanda – resimlerin durmadan el değiştirmesi dışında – geçmişten alacak bir şey kalmayacak, geleceğe bakılacak!
Bu “çok satılan geçmişe yönelik” resmin genel görüntüsünde, 70’li ve 80’li yılların yaygın estetiği bağlamında figüratif ve soyut resimler yer alıyor. Figüratif resimlerde genel olarak, o dönemin siyasal ikliminde toplumun ve bireyin durumu gerçekçi, düşsel gerçekçi veya dışavurumcu modernist üslupla simgesel, alegorik veya kara mizahçı öykülerle yansıtılıyor. Soyut resimde ise ender görülen bir en aza indirgemeci yaklaşım yanında – çoğu kez dekoratif olmaktan öteye gitmeyen - bolca soyut dışavurumcu ve lekeci yaklaşımlar sıralanıyor; az sayıda da soyut-figüratif karışımı örnekler var.
Bu resimlerin estetiği, içeriği ve biçimi 1980’lerin sonunda bitiyor. Bu tarihten sonra epistemolojik olarak resim estetiği, içeriği ve biçimi değişim geçirmek zorundaydı; bilim ve teknoloji, toplumsal yapı ve psikolojinin değişmesiyle toplumun ve bireyin durumunu simgesel, alegorik veya kara mizahçı anlatımla yansıtmak geçmiş üretimi yinelemekten öteye gidemezdi. Nitekim 90’lı yıllarda Türkiye’de resim üretiminde bir durgunluk söz konusudur; post-medya sanat teknikleri ve estetiği gündeme girmiştir. İçerikler siyasal, sınıfsal, cinsel, kültürel kimlik manifestolarına dönüşmüş, izleyiciyi fiziksel ve zihinsel katılıma zorlayan ve yönlendiren yerleştirmeler öne çıkmıştır.
2000’lerde “resim”, boşluktan zarar gören piyasa dayatmalarıyla yeniden gündeme geldi; hem geleneksel desen ve tuval-boya teknikleriyle hem de bilgisayar ortamında üretilmiş dijital ve animasyon örnekleriyle… Tuval-boya teknikleriyle üretilmiş resimleri sınıflayacak olursak, yine aynı görüntüyle karşılaşıyoruz soyut ve figüratif örnekler. Bu açıdan değişen bir şey yok; ancak bu resimlerin arkaalanında başka bir araç ve estetik var: Fotoğraf ve video-klip estetiği. Yeni resimdeki gelecekçi, düşsel-gerçekçi, post-sürrealist anlatımlarda bile resmedilenin arkasında fotoğraf veya video-imge olduğu belirginleşiyor. Fotoğraf estetiği ustalıkla tuval-boya tekniğine aktarılır, gibi bir işlem söz konusu!
1996’da yayınlanan ve 1970’ler ve 80’lerdekidüşüncelerini içeren “Soft Subversions“daki “Post-medya Alanına Giriş” makalesinde Felix Guattari, içinde yaşadığımız kültür ikliminin artık psikoanalitik değil, şizoanalitik olduğunu söylerken, bunun Freudcü komplekslere karşın bambaşka olduğunu; kişisel-öncesi ile kişisel-sonrası arasındaki içsel dönüşümler ve aktarımların gerçekleştiği bir yer oluştuğunu ve bu yerin de medya-güdümlü küresel dünyaya kilitlendiğini belirtiyor. Medyanın bütün iletişim, yersiz-yurtsuzlaşma ve alış-veriş sistemlerinin tümüne egemen bir olgu olduğunu varsayarak. Freudcü çözümlemelerle üretilen, açıklanabilen ya da eleştirilebilen resimlerin artık geçerli olamayacağının altı çizilmiş oluyor, böylece.
Şizoanalitik bir eleştiri ya da açıklama ile üretilen ve/veya değerlendirilebilen resimlerin nasıl olması gerektiği ise yine Guattari’nin sözleriyle açıklanabilir: Çözümleme (yani bu durumda resimler üretilirken yapılan bütün zihinsel çalışma), aktarımlar ve yorumlarla bireyleşmiş ruhun içine programlanmış gerilim ve çatışkıları çözme çabalarını kökten değiştirmelidir. Çözümleme, gittikçe çoğalan toplumsal uyuşmazlıkların üstesinden gelmek için ifade biçimlerini yeniden yaratmalı ve aktarmalıdır. Guattari bu uyuşmazlıkların a) gövde, cinsellik, toplumsal, fiziksel, ekolojik çevrelerle ve özellikle bilgi, elektronik ve imge aracılığıyla oluşan tekno-bilimsel mutasyonlarla ilgili temsiliyetler ve algılama biçimleri; b) toplumsal ve kurumsal yapılar, hukuk ve düzenleme sistemleri, devlet aygıtları, ahlak, din ve estetik biçimler arasında yaşandığını söylüyor. Yani, resimlerin gündeme getirmek istediği konular. Uyuşmazlıkların üstesinden gelme isteği görünüşte sürüp giderken, bunlar her türlü evrimci süreci durduran daha önceki moleküler kayıtlar tarafından içten dışa baltalanıyor ve sonuçta giderek daha çok öğütülüyor, eskimiş biçimlere tutunuyor ve dahası işlevsel yeterliliğinin kökü kazınıyor, diyor Guattari yaklaşık 30 yıl önce!
Resim, insanın ürettiği en karmaşık ve gizemli üründür; çözümlenmesi güç bir zihinsel sürecin sonucudur. Bir koleksiyonun bu süreci yansıtıyor olması da kolay iş değildir.
Beral Madra, Şubat 2011

No comments:

Post a Comment